Doğa ve Biz
Doğanın mucizevi bir şekil de yaratılmış olması ve işleyişi içinde biz insanların bu işleyiş içinde nerede durduğumuz çok önemli bir yer tutmaktadır. Doğayı kirletmeden, tahrip etmeden, zarar vermeden yaşamanın bizlere daha anlamlı gelecektir. Zaten bizde doğaya bunu borçluyuz. Doğanın bizlere verdiği bu güzellikleri, bize verdiği nimetleri, bize sunduğu kaynakları güzel bir şekilde değerlendirerek doğayı kirletmeden kullanmalıyız.
Doğanın bizlere bu kadar güzellikler sunması, güzel bir yaşam vermesi karşısında biz ise doğayı kirleterek, tahrip ederek, zarar vermemiz gerçekten çok acı verici bir durum. Bu şekilde devem edersek hem doğaya hem de kendimize zarar vermiş oluruz. bizler olmasak da doğa kendi kendini sürdürebilir. Bizler doğanın yöneticisi değil, her canlı gibi doğanın bir parçasıyız. Bunun için bizde doğaya karşı daha sorumlu ve doğaya dikkat etmeliyiz.
Baharın Gelişi
Doğa kendini
yenilemiş büyük bir değişime uğramıştı uzun kış günlerin ardından. Baharın
gelişiyle her yer yemyeşil cıvıl cıvıl olmuştu. Ortamda baharın getirdiği o
müthiş kokular vardı. Ağaçlar baharla birlikte canlanmış yeşile bürünmüş, adeta
yeşil rengini giyinmişlerdi. Yeryüzü adeta canlanmıştı; yeşil rengini almış,
her yerde renkli renkli çiçekler açmıştı. Her şey bir biriyle mükemmel bir uyum
içendeydi. 
Bahar doğaya
canlılık ve renklilik getirmişti. Rüzgar serin serin eserken havada ki güzel
kokuları evlerin içine sokuyordu adeta.
Arılar vızır vızır uçuşuyordu.
Bir çiçekten bir başka çiçeğe konuyordu. Kuşlar havada eşsiz uçuşurken
çıkardığı sesler insana büyük bir huzur veriyordu. Her şey çok güzel olmuştu
bahar gelince.
DOĞA VE BEN

7 yaşımdayken ailemle beraber gemiyle seyahate çıkmıştık. Yoğun fırtına ve yağmur sebebiyle gemimiz sarsılmıştı. Sonra kendimi bir adada buldum. çok şaşkındım, ve de çok üzgündüm hele ki beni karşılayan insanları görünce çok korkmuştum bunlar benim aileme hiç benzemiyorlardı. Tuhaf tuhaf insanlar, sanki beni yiyecekler gibi bakışıyorlardı. Sonra içlerinden biri çıktı ve bana güldü, hala şaşkındım bu kabilenin reisiydi. Giyim tarzları benim ki gibi değildi. ağaçtan, hayvan derilerinden yapılmış kıyafetler üzerlerinde vardı. reis topluluğu dağıttı ve beni yanına aldı. benimle uzun uzun konuştu. bense tek kelime bile etmedim . çünkü konuşmaktan bile korkuyordum. Ailemi çok özlemiştim sürekli ağlamaktaydım. Reis benimle ilgilenmesi için Anna adlı bir kadını bana bakıcı yapmıştı. Bu kadın gerçekten çok şefkatliydi. Bana gerçek bir annelik yaptı. Bana büyük bir sevgiyle bakıyordu. Anna 16 yaşıma kadar beni büyütmüştü ve bende kabilenin bir üyesinden ziyade geleceğin reis olacak kişisiymiş gibi bakıyorlardı. çünkü ben araların da en zekisiydim. Bunun nedeni aslında benim fazla zeki olduğumdan değildi. Onların sadece doğa hakkında çok fazla bilgi sahibi olmamalarıydı. Anna beni doğayla iç içe bir hayat yaşamam için her türlü imkanı sağlamıştı.
Ağaçları, ağaçların türlerini beslenme ihtiyacımızı
giderebilmek için avlamayı, vücudumuzun vitamin ihtiyacımızı karşılayabilmesi
için meyveleri, okyanusta boğulmamak için yüzmeyi, ormanda vahşi hayvanların
saldırısına uğradığımızda kendimi nasıl korumam gerektiğini, hastalandığımda
iyileşmem için gereken ilaçları ve ilaçların yapımı için gereken çiçekleri
tanıttı .Anna her ne kadar öz annem olmasa da o benim manevi bir annemdi. Bu
kabile teknolojiden uzaktı hatta teknoloji nedir bilmezlerdi. Adadan uzak bir
uçak gördüklerinde uçağa mızraklar atarlardı. Bir gün ben ve kabile çocukları meyve
toplamaya gitmiştik. yeterince meyve toplamıştık eve doğru yürüyorduk otların
arkasında bir geyik gördük geyik otlanıyordu. Biz yavaşça geyiğe doğru
yaklaştık birden geyiğin etrafını sardık herkes elinde ki mızrakları geyiğe
sapladı zavallı geyik oracıkta can vermişti. her ne kadar buna üzülsem de, yaşamak
için bunu yapmak zorundaydık. Geyiğin ölüsünü eve götürdük, sonra pişirip orada
bulunan herkesle beraber yedik. Burada paylaşım vardı.

Kuşların Göçü

Yemyeşil ağaçlar arasında çok güzel bir ortamda dünyaya gözlerimi açtım. Benim gibi yüzlerce kuşlarda daha yeni yumurtalardan çıkmıştı. Bu yeni ortamda ne yapacağımız hakkında hiç birimizin fikri yoktu. Hepimiz çok tedirgindik. Ortamı tanımaya ve alışmaya çalışıyorduk. Daha küçük olduğumuz için uçamıyorduk da. Annelerimiz ve babalarımız bize her gün yemek getirmek bizleri doyurmak için bir yerlere gidiyorlardı. Bizde onları her gün dört gözle bekliyorduk. Geldiklerinde bizlere yemek verip doyuruyorlardı. Bizler de yavaş yavaş büyümeye gün geçtikçe uçmayı öğreniyorduk.
Günlerimiz
burada çok güzel geçiyordu. Bir gün annelerimiz babalarımız bizleri bir araya
toplayıp artık buradan gitmemiz gerektiğini söyledi. Çünkü sıcak havlar yerine
soğuk havaların geleceğini, yaz mevsiminin bitmek üzere ve kış mevsiminin
geleceğini her sene bu vakitlerden buradan gidip başka sıcak ortamlara
gittiklerini söylediler. Bunun için bizlerde artık büyümüş hazırdık zaten. Ve o
gün geldi artık herkes toplanıp buradan sıcak yerlere doğru uçmaya başladık.
Yolumuz uzun olsa da dinlene dinlene gidiyorduk. Ve yeni yerleri görerek
tanıyarak bundan çok mutlu oluyorduk. Sonunda varacağımız yere gelmiştik. Yeni
yerimizde en az eski yerimiz kadar çok güzeldi. Burada günlerimiz çok güzel
geçiyordu hepimiz hatamızdan çok memnunduk.

Biz bir ceylan sürüsüydük. Bizim yaşadığımız yerde cıvıl cıvıl ötüşen kuşların, mis kokulu büyüleyici kendilerine hayran bırakan çiçeklerin, upuzun ağaçların olduğu; hani balta girmemiş ormanlar derler ya aynen öyle bir yerdi işte… Burada günlerimiz çok güzel geçiyordu. Her günümüz birlikte çok güzel eğlenceli oyunlar oynayarak, çok güzel yemekler yiyerek geçiyordu. Herkes burada birlikte çok güzel huzurlu ve birbiriyle uyum içinde yaşıyordu.
Doğaya Kattığımız Zorluklar

Biz bir ceylan sürüsüydük. Bizim yaşadığımız yerde cıvıl cıvıl ötüşen kuşların, mis kokulu büyüleyici kendilerine hayran bırakan çiçeklerin, upuzun ağaçların olduğu; hani balta girmemiş ormanlar derler ya aynen öyle bir yerdi işte… Burada günlerimiz çok güzel geçiyordu. Her günümüz birlikte çok güzel eğlenceli oyunlar oynayarak, çok güzel yemekler yiyerek geçiyordu. Herkes burada birlikte çok güzel huzurlu ve birbiriyle uyum içinde yaşıyordu.
Bir gün ormanın içinden çok acayip
sesler geliyordu. Herkes bir yerlere kaçışıyordu. Ben ve ailem bundan dolayı çok
korkuyorduk. Çünkü insan denilen canlı ellerinde ki silahlarla bizleri vurup
acımadan öldürüyorlardı. Sadece bizleri değil önlerine çıkan her canlıyı
öldürüyorlardı. Her birimiz farklı yerlere kaçıyorduk. Ama gene bizleri bulup
vuruyorlardı. Ve bundan çok zevk alıyorlardı. Her geçen gün sayımız azalıyordu.
Artık burası bizlerin yaşayabileceği bir yer değildi. Geriye sadece birkaç kişi
kalmıştık. Bizlere bunu niçin yaptıklarına anlam veremiyorduk. Oysaki bizlerde
onlar gibi bir canlıydık.
Kelebeklerin Doğası

Çok güzel bir bahar günün de yemyeşil ağaçlar arsında bir kelebek ailesi dünyaya gelmiş. Bunların tek amacı kısacık ömürlerini en güzel şekilde geçirmek için bir an önce harekete geçmekmiş. Hepsi bir araya gelip bunun için düşünmeye başlamışlar. Herkes bir fikir söylemeye başlamış.
Baba
kelebek; “bugün biz bütün güzel yerleri gezip dolaşalım ve sonra güzel bir
parti yapalım” demiş. Bir yandan da bunun için hazırlıklar yapıp bir birlerine
en güzel sözler söyleyip bir birlerini mutlu ediyorlarmış. Bu fikri bütün
kelebek ailesi beğenip yola çıkmışlar. Önce bütün ormanı gezip rengarenk, bir
birinden güzel çiçeklere konup konup ilerliyorlarmış. İlerledikçe güzel yerler
bulup çok mutlu oluyorlarmış. Akşama kadar bütün ormanı gezip tekrar evlerine
gelip çok güzel bir parti vermişler. Partide çok eğlenip bir birlerini ne kadar
güzel söz varsa söylemişler. Zaten bu kısacık ömürlerinde başka yapacak bir
şeyleri yokmuş. Bütün olumsuzlukları göz ardı etmişler. Gün boyunca çok güzel
bir şekilde eğlenmişler.
Çok güzel renkli bedenleri ile dünyaya
renk getirmişler. Yeryüzünü küçücük bedenleriyle renklendirmişler. Artık
vakitleri gelince de ilk ve son kez gözlerini kapatmışlar sonsuza kadar.
Kısacık ömürlerini en güzel şekilde ve mutlu bir biçimde geçirmişler

Ormanın birinde yemyeşil bir ortamda, güneşin yapraklarımızı okşarcasına doğduğu, rüzgarın tenimize dokunurcasına estiği, suların şırıl şırıl aktığı, yağmurun yağdığı zaman bedenimizi severcesine, rengarenk kelebeklerin uçuştuğu, çeşit çeşit bitkilerin olduğu, bir birinden güzel çiçeklerin ve kuş cıvıltıların olduğu çok güzel bir ortamda yaşıyordum. bizler burada çok güzel bir yaşam sürdürüyorduk. Her günümüz burada çok güzel geçiyordu. Herkes yaşamından oldukça menündu. Gene böyle güzel bir günde uzaklardan bağrışların, çağırışların ve daha önce hiç duymadığım garip bir ses geliyordu. Ve bu ses her geçen gün biraz daha yakınlaşıyordu. Artık herkes korkmaya ve tedirgin olmaya başladı. Ne olduğu konusunda hiç birimizin fikri yoktu. Buna nasıl bir çözüm getireceğimiz konusunda kimsenin bir düşüncesi de yoktu.
Ortam bu
durumdayken eskisi gibi hiç birimizin neşesi kalmamıştı. Gün geçtikçe daha çok
korkularımız ve tedirginliğimiz artıyordu. Seslerin nereden geldiği ve
bağrışların çağırışların nedeni anlaşılıyordu artık. İnsan dediğimiz canlının bizim
gibi ağaçları kesip biçiyordu. Bütün ağaçlar yere düşerken çıkardığı o acı
sesler hepimizi çok korkutup acı veriyordu. Çünkü biliyorduk ki bizim sonumuzda
böyle olacağını, ve o acı gün geldi; güneş daha yeni doğmuştu, gene o insanlar
ve ellerinde bizi kestiği makinalar vardı. Etrafıma son kez bakarken benden
başka ağacın kalmadığını o güzel ormandan kupkuru toprak ve kurumuş yapraklar
vardı. peki diyordum kendime bu
insanlara ne yapmıştık ki bizi böyle öldürüyorlardı. neden neden yapıyorlardı. Ve yavaş yavaş ölümü hissetmeye başlamıştım
ve bir anda yere düştüm artık geriye bizden bir şey kalmamıştı.

Ben asırlardır yeryüzünde akan berrak sulara sahip olan, içimde binlerce canlının yaşadığı bir nehirim. Bundan yıllar önce çok güzel bir yaşam sürdürüyordum. Aktığım yerlerde güneşin pırıl pırıl doğduğu, dağlardan bir birinden güzel kokuların geldiği, çeşit çeşit bitkilerin, yemyeşil ağaçların, bir birinden güzel hayvanların, rengârenk çiçeklerin ve cıvıl cıvıl ötüşen kuşların olduğu bir yerdi. Bütün canlılar burada bir biriyle mükemmel bir uyum içindeydiler. Yaşamlarından oldukça
memnundular. burası hem onlar hem de benim için çok güzel bir yerdi. Her geçen gün bizim için çok anlamlı ve çok güzel geçiyordu. Herkes burada çok mutlu ve huzurluydu.
Her şey böyle çok güzel giderken,
bir gün insanlar koca koca marinalarıyla buraya gelmeye başladılar. İnsanlar
burada önce ağaçları kesmeye başladılar. Ve burada yaşayan bütün hayvanlar
burayı yavaş yavaş terk etmeye başladılar. Kendilerine yeni yaşam yerleri
aramaya başladılar. Çünkü insanlar onlara burada yaşam yeri bırakmadılar. İnsanlar
burada koca koca binalar birçok fabrikalar yapmaya başladılar. Her yeri beton
yığınlarına çevirdiler. Suyum artık eskisi gibi berrak ve temiz akmıyordu. İnsanların
yaptığı fabrikaların bütün çöplüğünü suyuma aktarıyorlardı. Çöplüklerini de
buraya atıp atıp duruyorlardı. Suyum bundan dolayı çok kirlenmiş ve içimde
yaşayan birçok canlıda ölmeye başladılar. Artık eskisi gibi değildi hiçbir şey.
Ne yemyeşil ağaçlar, ne de rengârenk çiçekler kalmıştı burada…

Köyün birinde iyi kalpli yaşlı bir bilgin yaşamaktaymış. Bu bilginin evinin önünde bir ağacı varmış. İşi bu ağaca bakmakmış. Ama adam yaşlandığı için artık ağaca bakamıyormuş. Ağaçta zamanla solmaya başlamış. Ağaç artık meyve vermemeye başlamış ve bu ağaç meyve vermedikçe yaşlı adamın hastalığı da iyileşmiyormuş. Bu bilginin yanına her gün küçük çocuklar geliyormuş. Onun yanında doğayla ilgili bilgileri öğrenip evlerine gidiyorlarmış.

O gün, yeni her zaman yaptığı gibi erkenden uyandı. Yorgundu biraz, üzerinde garip bir huzursuzluk vardı. Yatağından ağır ağır doğruldu, sadece iki dişi kalmış karanlık bir mağaraya benzeyen ağzın açtı ve uzun uzun esnedi. Buruşuk yüzündeki derin çizgilerde, yılların acı hatıraları, yaşanmışlıkları okunuyordu. Ama o bütün bunlara ve yaşına rağmen oldukça dinçti.

Doğa bizlere sayısızca güzellikleri veren, yaşamamızı sağlamak için çok sayıda kaynak vermiştir. Bu kaynaklardan en önemlisi, bütün canlıların yaşamlarını sağlayan, doğaya hayat veren suyun hayatımızdaki yeri çok önemlidir. Hayatımızın her yerinde olan yaşamımızı sağlayan bir kaynaktır.

Dünyamız üzerinde hızla artan yerleşim alanları hayvanların doğal yaşamlarını azaltmakta ve bazı hayvanların neslinin tükenmesine neden olmaktadır. Özelliklede 21. Yüzyılda bu oran hızlıca artmaktadır. İnsanların doğaya karşı yanlış davranmaları sonucunda sayısızca hayvan neslinin yok olduğu ve yok olmakla karşı karşıya kalan çok sayıda hayvan kalmaktadır. Bunlardan biri olan Sumatra kaplanıdır.
Sumatra kaplanı; "sadece Endonezya'nın Sumatra adasında bulunur. Büyük çoğunluğu adadaki beş ulusal parkta olmak üzere sayıları 400 ile 500 arasındadır. Yakın geçmişte yapılan genetik farklı eşsiz genetik işaretler ortaya çıkarmıştır. Bu, eğer soyu tükenmez ise başka bir türe evrimleşmesinin işareti olarak görülmektedir. Bu gelişme Sumatra kaplanın diğer alttürlere nazaran korunmasında öncelik olması gerektiği kanısını ortaya çıkarmıştır. Doğal ortam kaybı en büyük tehdittir. Ağaç kesme görünüşte ulusal park olan alanlarda dahi halen devam etmektedir. 1998 ile 2000 yılları arasında 66 kaplanın (nüfusun yaklaşık %20'si) vurularak öldürüldüğü kaydedildi. Sumatra kaplanı yaşayan kaplan türlerinin en küçüğüdür. Erkekler ortalama 100-130, dişiler ise 70-90 kg. ağırlığındadır. Küçük boyutları Sumatra'nın yoğun ve katı ormanlarına uyum sağlamasından ve daha küçük avlarla çevrili olmasından kaynaklanır." Bu gibi çok sayıda hayvan, insanlar tarafından öldürülmekte ve nesli tükenmekle karşı karşıya bırakılması gerçekten çok acı bir olaydır. İnsan gibi her canlıda doğa üzerinde yaşama hakkına sahiptir.
Ağacın Haykırışı

Ormanın birinde yemyeşil bir ortamda, güneşin yapraklarımızı okşarcasına doğduğu, rüzgarın tenimize dokunurcasına estiği, suların şırıl şırıl aktığı, yağmurun yağdığı zaman bedenimizi severcesine, rengarenk kelebeklerin uçuştuğu, çeşit çeşit bitkilerin olduğu, bir birinden güzel çiçeklerin ve kuş cıvıltıların olduğu çok güzel bir ortamda yaşıyordum. bizler burada çok güzel bir yaşam sürdürüyorduk. Her günümüz burada çok güzel geçiyordu. Herkes yaşamından oldukça menündu. Gene böyle güzel bir günde uzaklardan bağrışların, çağırışların ve daha önce hiç duymadığım garip bir ses geliyordu. Ve bu ses her geçen gün biraz daha yakınlaşıyordu. Artık herkes korkmaya ve tedirgin olmaya başladı. Ne olduğu konusunda hiç birimizin fikri yoktu. Buna nasıl bir çözüm getireceğimiz konusunda kimsenin bir düşüncesi de yoktu.

Doğanın
ritmi içinde,
Yemyeşil
ortam içinde,
Bu güzellikler içinde,
Huzur buluyor insan.
Filizlenen ağaçlar,
Canlanan ormanlar,
Bir biriyle ötüşen kuşlar,
Mutlu oluyor insan.
Yeryüzünü boyatan çiçekler,
Havada uçuşan kelebekler,
Vızır vızır arılar, Hayat verir insana.
Bahar Gelince
Toprak bir
başka kokar,
Kelebekler
bir başka uçar,
Bahar
gelince.
Yeryüzü
yeşillenir,
Ağaçlar
yeşile bürünür,
Her şey
canlanır,
Bahar
gelince
Serin serin eser rüzgar,
Şırıl şırıl akar sular,
Serin serin eser rüzgar,
Şırıl şırıl akar sular,
Deniz dalga
dalga olur,
Bahar
gelince.
Nehirin Sesi

Ben asırlardır yeryüzünde akan berrak sulara sahip olan, içimde binlerce canlının yaşadığı bir nehirim. Bundan yıllar önce çok güzel bir yaşam sürdürüyordum. Aktığım yerlerde güneşin pırıl pırıl doğduğu, dağlardan bir birinden güzel kokuların geldiği, çeşit çeşit bitkilerin, yemyeşil ağaçların, bir birinden güzel hayvanların, rengârenk çiçeklerin ve cıvıl cıvıl ötüşen kuşların olduğu bir yerdi. Bütün canlılar burada bir biriyle mükemmel bir uyum içindeydiler. Yaşamlarından oldukça
memnundular. burası hem onlar hem de benim için çok güzel bir yerdi. Her geçen gün bizim için çok anlamlı ve çok güzel geçiyordu. Herkes burada çok mutlu ve huzurluydu.

Yeşeren Hayatlar

Köyün birinde iyi kalpli yaşlı bir bilgin yaşamaktaymış. Bu bilginin evinin önünde bir ağacı varmış. İşi bu ağaca bakmakmış. Ama adam yaşlandığı için artık ağaca bakamıyormuş. Ağaçta zamanla solmaya başlamış. Ağaç artık meyve vermemeye başlamış ve bu ağaç meyve vermedikçe yaşlı adamın hastalığı da iyileşmiyormuş. Bu bilginin yanına her gün küçük çocuklar geliyormuş. Onun yanında doğayla ilgili bilgileri öğrenip evlerine gidiyorlarmış.
Bilgin hastalığından dolayı artık
yürüyemiyormuş. Çocuklarda buna çok üzülüyor derdine dermen olmak
istiyorlarmış. İhtiyar çocukların bu
durumunu görünce demiş ki “siz bana iyilik yapmak istiyor musunuz? Onlarda “evet” demişler. İhtiyar demiş ki “
siz benim için doğayı sevin, doğaya iyi bakın ve doğayı koruyun” demiş.
Çocuklarda gitmiş yaşlı amcanın ağcını etrafını önce temizleyip kazıp
sulamışlar. Köyün bütün etrafına fidanlar dikmişler. Yaşlı adam ağcının
yeşerdiğini ve meyve verdiğini gördükçe sanki o da ağaçla beraber
canlanıyormuş. Ağaç tamamen eski haline
dönmüş. Yaşlı adamda artık kendini iyi hissediyor ve tamamen iyileşmiş. Bunu
gören çocuklarda çok sevinmiş. Çocukların köyün etrafına diktiği fidanlarda
zamanla büyüyüp köyü yemyeşil ağaçlarla donatmış. Herkes buna ve ağaçlara çok
sevinmiş.
Doğayla Yaşamak

O gün, yeni her zaman yaptığı gibi erkenden uyandı. Yorgundu biraz, üzerinde garip bir huzursuzluk vardı. Yatağından ağır ağır doğruldu, sadece iki dişi kalmış karanlık bir mağaraya benzeyen ağzın açtı ve uzun uzun esnedi. Buruşuk yüzündeki derin çizgilerde, yılların acı hatıraları, yaşanmışlıkları okunuyordu. Ama o bütün bunlara ve yaşına rağmen oldukça dinçti.
Uyanmıştı
uyanmasına; ama hiç de kalkmak gibi bir niyeti yoktu yataktan. Oysa her sabah
daha tan yeri ağarmadan, bütün mahlûkat sessiz bir uykudayken ve henüz tabiatta
canlılık, hareketlilik adına ufak bir kıpırdanış olmazken uyanırdı. Yine her sabah yaptığı gibi bahçesinde
yetiştirdiği gülleri, ağaçları etrafını temizleyip suladı. Onlara çok iyi bakar
ve evlatları gibi severdi. Bütün hayatı doğanın güzelliklerin yaşamak ve doğayı
korumakla geçerdi. Her canlıya değer verir ve onları hep korurdu ve bunu
herkesin de yapmasın ister ve herkese söylerdi. Bütün yaşamı doğadan ibaretti, yaşamını doğaya
adamıştı adeta. İnsanların doğayı kirletip zarar vermesi ona çok acı veriyordu.
Çünkü biliyordu ki doğa insanlara yaşamları için her şey veriyordu. İnsanlar
bunu bildiği halde niye doğaya zarar verir, anlam veremiyordu.
Yaşam
Kaynağımız: Su

Doğa bizlere sayısızca güzellikleri veren, yaşamamızı sağlamak için çok sayıda kaynak vermiştir. Bu kaynaklardan en önemlisi, bütün canlıların yaşamlarını sağlayan, doğaya hayat veren suyun hayatımızdaki yeri çok önemlidir. Hayatımızın her yerinde olan yaşamımızı sağlayan bir kaynaktır.
Su;
yeryüzüne can veren, insanlar için vazgeçilmez olan bir doğal kaynak olduğu
için çok önemsemek gerekir. Dünyamızın %70’ni kaplayan, bedenimizin de önemli
bir kısmını oluşturmaktadır.
Fakat yeryüzündeki su kaynaklarının
yaklaşık %0.3′ü kullanılabilir ve içilebilir özelliktedir. Dünyanın çoğu yerinde su sıkıntısı yaşanmaktadır.
Çoğu insan bu önemli kaynağı yeterince bulamamaktadır. Bunun çok büyük
sıkıntılar yaşamaktadırlar.
Su olmasaydı; yeryüzünde hiçbir yaşam, hiçbir canlı
olamazdı. Yaşamamızı sağlayan bize can veren yaşamamızın temel kaynağıdır.
Atmosferde, toprakta ve bütün canlı varlıklarda su vardır. Dünyanın ve doğanın
sürdürülebilmesi için su çok önemli bir kaynaktır.
Bunun için su kaynaklarına çok önem
vermeliyiz. Suyu çok dikkatli bir şekilde kullanmalıyız. Su kaynaklarını kirletmemeliyiz. Suyu çok fazla
gereksizce harcamamalıyız. Su kaynaklarına sahip çıkmalı ve korumalıyız…
Doğanın
Güzelliklerinden Biri
Dünya
üzerinde bir birinden güzellikte sayısızca doğal kaynaklar bulunmaktadır.
Bunlardan biriside Niagara Şelalesidir. Bu şelale
dünya üzerinde tek ters akan şelale özelliğini taşmaktadır. Şelale 3 büyük
şelaleden oluştuğu için çok güzel görünmektedir. Buraya giden insanların
şelalenin o güzel ve görkemliğinden dolayı içi huzurla dolmaktadır.
Bu şelale kuzey Amerika’nın doğusunda
bulunmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri ile Kanada sınırları arasında yer
almaktadır. Kanada ülkesinin Ontario eyâletiyle ABD’nin New York eyaleti
arasındadır. İsmini üzerinde yer aldığı nehirden almaktadır. Buraya kendi
güzelliğini katmaktadır. Berrak ve çok güzel sulara sahip olan bu şelale etrafı
yeşilliklerle çevrilidir. İnsanlar burada doğayla baş başa kalma hissini
veren, insanların içini mutlulukla
dolduran çok güzel bir şelaledir. Bu doğanın bize verdiği güzelliklerden sadece
birisidir. Bunun gibi sayısızca güzelliler veren doğamıza sahip çıkmalı ve
korumalıyız.
Doğada Yaşam Hakkı

Dünyamız üzerinde hızla artan yerleşim alanları hayvanların doğal yaşamlarını azaltmakta ve bazı hayvanların neslinin tükenmesine neden olmaktadır. Özelliklede 21. Yüzyılda bu oran hızlıca artmaktadır. İnsanların doğaya karşı yanlış davranmaları sonucunda sayısızca hayvan neslinin yok olduğu ve yok olmakla karşı karşıya kalan çok sayıda hayvan kalmaktadır. Bunlardan biri olan Sumatra kaplanıdır.
Sumatra kaplanı; "sadece Endonezya'nın Sumatra adasında bulunur. Büyük çoğunluğu adadaki beş ulusal parkta olmak üzere sayıları 400 ile 500 arasındadır. Yakın geçmişte yapılan genetik farklı eşsiz genetik işaretler ortaya çıkarmıştır. Bu, eğer soyu tükenmez ise başka bir türe evrimleşmesinin işareti olarak görülmektedir. Bu gelişme Sumatra kaplanın diğer alttürlere nazaran korunmasında öncelik olması gerektiği kanısını ortaya çıkarmıştır. Doğal ortam kaybı en büyük tehdittir. Ağaç kesme görünüşte ulusal park olan alanlarda dahi halen devam etmektedir. 1998 ile 2000 yılları arasında 66 kaplanın (nüfusun yaklaşık %20'si) vurularak öldürüldüğü kaydedildi. Sumatra kaplanı yaşayan kaplan türlerinin en küçüğüdür. Erkekler ortalama 100-130, dişiler ise 70-90 kg. ağırlığındadır. Küçük boyutları Sumatra'nın yoğun ve katı ormanlarına uyum sağlamasından ve daha küçük avlarla çevrili olmasından kaynaklanır." Bu gibi çok sayıda hayvan, insanlar tarafından öldürülmekte ve nesli tükenmekle karşı karşıya bırakılması gerçekten çok acı bir olaydır. İnsan gibi her canlıda doğa üzerinde yaşama hakkına sahiptir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder